Lojistiğin Tarihi

Bir şeylerin bir yerde tutulması, o bir şeylerin tutulduğu yere taşınması ve o bir şeylerin tutulduğu yerden başka bir yere taşınması, insanlık tarihi boyunca hep vardı. Öte yandan “lojistik” kelimesini, ilk defa yaklaşık 200 yıl önce yazılı olarak bir kaynakta görüyoruz.

General olan Baron Henri de Jomini’nin “The Art of War (1838)” adlı kitabında “logistique” olarak geçtiği bilinen “lojistik” kelimesi, aslında ilk “Scots Magazine and Edinburgh Literary Miscellany (Ocak 1810, sayfa 286)” dergisinde Göttingen Üniversitesi Askeri Bilimler Akademisi Hocası Mühendis Teğmen Dr. Willam Muller tarafından yazılan modern savaş teorisi ve pratiği için ilk kitap olarak bilinen (askerlerin hareketini, “logistics” başlığı altında inceler) “The Elements of the Art of War” adlı kitap (Dr. Muller, 1811 yılında “The Elements of the Science of War” olarak değiştirdi) hakkında bilgi verilirken “logistics” kelimesi kullanılmıştır. NOT: Baron Jomini, kitabında lojistiğin (logistique) “depolamadan (Fransızca loger, İngilizce Lodge)” türediğini belirtmektedir.

Independent gazetesinde (1905) “…keeping a supply chain with India unbroken, and of fighting for the capture of fortified passes at altitutes of 14.000 to 18.000 feet, were very great” ve Glasgow Herald (Herald Scotland) gazetesinde (Ekim 1912) “Balkan Savaşı” haberinde “The Bulgarian staff trust largely to the power of their Army to subsist on the country. In the various links of the supply chain are carried eight days’ supplies, and the staff relies on the distances carrying them from on centre where supplies can be collected either by rail or requisition to another” satırların “supply chain” kelimesi kullanılmıştır.

Arch W. Shaw, lojistiğin önemi ve işlevi ile ilgili günümüzde söylenenleri “Some Problems in Market Distribution (1915)” adlı kitabında askeri kapsam dışında “lojistik” ile ilgili kavramları kullanan ilk kişidir.

Dr. Donald J. Bowersox, “Physical Distribution Management: Logistics Problems of the Firm (1961)” adlı ilk ders kitabını yazarak lojistiğin “nasıl olması” gerektiğini anlattı.

Peter Drucker, Fortune Dergisinde (1962 Nisan) yazdığı “The Economy’s Dark Continent” makalesinde “lojistiğin, ekonominin bilinmeyen kısmı olduğunu; şirketleri ve ABD ekonomisini yöneten ve yönlendiren kişilerin, işlerinin lojistik boyutuna dair bilgisizliği, kayıtsızlığı ve umursamazlığı nedeniyle lojistiğin ihmal edildiğini; tüketicinin mal için harcadığı her 1 doların, neredeyse 50 sentinin mal üretildikten sonra oluşan faaliyetlere gittiğini ve lojistiğin, oyunun yarısı olduğunu ama bunun fark edilemediğini” yazdı.

Keith Oliver, Financial Times röportajında (04.06.1982) ilk defa “Tedarik Zinciri Yönetimi” ifadesini kullanarak Avrupalı ve Amerikalı üreticilerin, Japon üreticilerine karşı rekabet edebilmesi için “tedarik zinciri” ve onun özelinde “envanter” yönetiminin artık zaruri olduğunu belirtti.

Peki lojistik, Peter Drucker’ın ifadesiyle niçin “ihmal” edilmişti?

1800’lü yıllardan itibaren 1950’lerin sonuna kadar lojistik, “askerlik” ile ilişkilendirildi ve ticareti hayatla ilişkisi fazla kurulmadı.

Japonya, 1950’den itibaren William Edwards Deming’in katkısıyla üretimini geliştirdi ve 1960’lardan itibaren Japon ürünleri, Avrupalı ve Amerikalı üreticileri zorlamaya başladı. Deming, 1950 yılında Japonya’da yaptığı konuşmada “sadece ürünün kalitesinin yeterli olmadığını nakliyenin de çok iyi olması gerektiğini vurgular.

2.Dünya Savaşı sonrasında sadece “satış” odaklı hareket eden Amerikalı üreticiler, Pavlovyan (şartlandırma) ve Freudyen (id, ego, süperego, tutku, arzu) yöntemlerle hazırladıkları reklamlar ile müşteride satın alma dürtüsü (motivasyonu) yaratmak istediler (o dönemlerde “tam zamanında teslimat” gibi lojistik temalı reklamlar yoktu ama son 10 yıldır “lojistik” temalı reklamlar, çok sık görülmesine rağmen lojistik işini yapanlar, hak ettikleri itibarı günümüzde de yeterince görmüyor ve gölgede kalıyor). ABD Tüketici Hakları Beyannamesinin (1963) uygulanmasından sonra 1970’lerden itibaren tüketiciler; bilinçlenmeye, seçici olmaya, güdülenmek yerine “karar verici” olmaya ve satın almayı basitleştiren (tavsiyelere göre karar verme, istediği şeye kolay ulaşabilme, kolay ve zahmetsiz satın alabilme) ve uygun fiyatlı mallara yönelmeye başladı. Müşterilerdeki bu değişimin etkisiyle özel markalı mallar (private label) ve “indirim mağazaları (discounts stores), çok sık görülmeye başladı.

1989’da SSCB’nin dağılması, Berlin Duvarı’nın yıkılması ve özellikle 1994 yılında “Uruguay Görüşmeleri” tamamlandıktan sonra hızlanan “küreselleşme” ve “Çok Taraflı Ticaretin Serbestleşmesi” etkisiyle gelişmekte olan ülkeler (1970’lerin başında dünya ticaretinin ¼ iken 1990’ların sonunda 1/3’ü) yüzünden Avrupalı ve Amerikalı üreticiler, aslında çok alışık olmadıkları rekabet ortamına girdiler. Hindistan, Kore, Singapur ve özellikle Çin (Mao zamanında kendini Batı’dan izole eden Çin, Mao’nun ölmesini takiben 1978 yılında “Direkt Yabancı Yatırım (FDI)” için izin verdi ve 1993 yılında en fazla FDI çeken gelişmekte olan ülke olduktan sonra 2002 yılında ABD’yi geçti) dünya ticaretinde önemli rol almaya başladı.

Yukarıda bahsedilenler, birçok şirketin satışlarda ve müşterilerin sadakatinde sorun yaşamasına yol açtı ve şirketler, sadece “reklam”, “satış teknikleri” ve “nasıl olsa satarız” rahatlığı & özgüveni yerine “rekabet” için başka şeyler bulmak zorunda kaldı.

Şirketler, 1960’ların ortasından 1990’ların ortasına kadar MRP I, MRP II, QR, ECR, CRM, ERP ile ya üretim öncesindeki ya da üretim sonrasındaki süreçlere ve bunlardaki envantere odaklanmış ama “tedarikçiden müşteriye” olan sürece yani “tedarik zincirine” bütün olarak odaklanılmamıştı.

1990’ların ortasından itibaren rekabet için artık sadece “kaliteli mal” üretmenin” ve / veya çok iyi satış teknikleri ve reklamlar vasıtasıyla “satış” yapmanın veya sadece kendi şirketlerini ya da sadece üretim öncesini veya üretim süresini çok iyi yönetebilmenin yeterli olmadığını gören şirketler, müşteriyi merkeze alarak ve sadece onu memnun edebilme amacıyla tedarikçilerden müşterilere kadar olan bütün süreçte (tedarik zinciri) yer alan bütün paydaşlarla iş birliğini geliştirmek ve müşteriye “değer” katan bu zinciri yönetmek (tasarlama, planlama, koordinasyon, kontrol, düzeltme & iyileştirme) için çalışmaya başladılar.

Ayrıca 1979 yılında kişisel PC’lerin kullanılmaya başlanması, başka ülkelerde üretim yapan şirketlerin bu karmaşık yapıda yaşadığı zorluklar (sınırlar, kanunlar, uluslararası mal hareketi, farklı yerlerdeki stoklar vs.), teknolojinin ve özellikle bilgi teknolojilerinin gelişmesi, 2000’li yıllardaki ekonomik krizler (resesyon, küçülme, çok yavaş büyüme) nedeniyle tüketicilerin gelirinin düşmesinden dolayı talebin azalması nedeniyle üretimin olumsuz etkilenmesi, 2000’li yılların başından itibaren hızla gelişen e-ticaret ile müşteri davranışlarının değişmesi (peşin ödeyerek satın aldığı malı en kısa sürede kullanmak istemesi) ve hatta müşterilerin “çevre” odaklı olması gibi etkenler, tedarik zincirinin çok daha önem kazanmasına ve Tedarik Zincirinin Yönetimi yaklaşımının gelişmesine katkıda bulundu.

NOT: Meraklısı, aron Henri de Jomini’nin “The Art of War” kitabının İngilizcesini https://www.gutenberg.org/files/13549/13549-h/13549-h.htm#Page_188 ve Fransızcasını ise https://books.google.com.tr/books?id=m1wEAAAAQAAJ&printsec=frontcover&hl=tr&source=gbs_ge_summary_r&cad=0#v=onepage&q&f=false linkinden okuyabilir.

Bu Yazıyı Paylaş:

Bir Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir